Dünya
ABD’nin Ortadoğu politikası: Değişen coğrafya değişmeyen siyaset
ABD’nin, güvenlik merkezli dış politika yaklaşımı ve reel çıkarların öncelendiği Ortadoğu politikası, tüm netamelisiyle bugün de devam etmektedir. Zaman zaman taktiksel değişikliğe uğrasa da ABD, bölgeyle ilişkilerini halen otoriter rejimler üzerinden stratejik ortaklıklar kurma temelinde sürdürmektedir.
ABD’nin OrtadoÄŸu politikasının temelinde iki ana saik vardır. Bunlardan birincisi OrtadoÄŸu’nun enerji kaynaklarının kesintisiz bir ÅŸekilde Batı pazarlarına akmasıdır. Ä°kincisi ise maliyeti ne olursa olsun Ä°srail devletinin korunması ve güvenliÄŸinin garanti altına alınmasıdır. Bu iki temel güvenlikçi siyaset farklı dönemlerde ve jeopolitik konjonktürde taktiksel deÄŸiÅŸikliÄŸe uÄŸramış olsa da öz itibariyle ABD’nin OrtadoÄŸu politikasının bel kemiÄŸini oluÅŸturmaktadır. Bu iki saikin yanında, II. Dünya Savaşı’nın akabinde Ä°ngiltere’nin yerine dünya jandarmalığını ve liberal Batı dünyasının liderliÄŸini üstlenen ABD için OrtadoÄŸu, Komünist Rusya’nın zengin petrol kaynaklarının olduÄŸu ve SüveyÅŸ Kanalı gibi jeo-stratejik geçitlerin bulunduÄŸu bölgeye penetrasyonunu Batı bloÄŸunun güvenliÄŸi için hayati bulmuÅŸtur. Her ne kadar SoÄŸuk SavaÅŸ ideolojiler üzerinden yürütülmüş bir dönem sayılsa da aslında reel jeopolitik çıkarların daha çok üçüncü dünya devletleri üzerinde gerçekleÅŸtirildiÄŸi stratejik çarpışmalar temelinde devam etmiÅŸtir. Hal böyle olunca OrtadoÄŸu, iki kutuplu dünya düzeninde istikrar adına kesintisiz kargaÅŸanın ve vekâlet savaÅŸlarının yürütüldüğü bir coÄŸrafya olmuÅŸtur.
Petrol akışının güvenliği
Avrupa’nın ve Batı bloÄŸu ülkelerinin güvenliÄŸini NATO üzerinden kurgulayan ABD, SoÄŸuk SavaÅŸ’ın bitimine kadar Sovyet yayılmacılığını Türkiye’nin kuzeyinde tutmayı hedeflemiÅŸ ve bu minvalde pro-Amerikan rejimlerin iktidarda kalması için de azami gayret göstermiÅŸtir. ABD, OrtadoÄŸu’da Ä°srail’in güvenliÄŸi ve doÄŸal kaynakların Batı’ya kesintisiz akıtılmasını garanti etmek için de kendisine ılımlı aile-rejimlerinin iktidarda kalmasını desteklemiÅŸ ve olası demokratikleÅŸme ve istikrar bozucu halk ayaklanmalarını tasfiye etmek için bölgenin diktatör rejimlerine sınırsız destek vermiÅŸtir. ABD, her daim petrol akışının güvenliÄŸini kendi ulusal güvenliÄŸinin en önemli unsuru olarak görmüştür. Bu enerji akışını sekteye uÄŸratacak herhangi bir kalkışma ABD’nin milli güvenliÄŸi için bir tehdit olarak algılanmıştır. Bu nedenle Ä°ngiltere ve ABD adına faaliyet gösteren petrol ÅŸirketini kamulaÅŸtıran seçilmiÅŸ Ä°ran hükümeti (BaÅŸbakan Muhammed Musaddak) Batı’nın enerji güvenliÄŸini garantiye alacak Åžah M. Rıza Pehlevi lehine CIA tarafından bir darbeyle indirilmiÅŸtir. ABD, ulusal çıkarlarını ve küresel ekonominin temellerini dinamitleyecek hiçbir yerel itirazı kabul etmezken bu tür milli yaklaşımları da ulusal güvenliÄŸi için tolere edilemez bir tehdit olarak görmüştür.
Ayrıca ABD, OrtadoÄŸu’nun kalbinde Arapların ve Müslümanların aleyhine bir Yahudi devletini yaÅŸatmak ve geniÅŸletmek adına bölgede Arap-Ä°srail çatışmasını minimize edecek ve radikal kalkışmaları önleyecek aile-rejimlerinin iktidarda kalmasını ‘olmazsa olmaz’ görmüştür. Çünkü ABD için Ä°srail’in güvenliÄŸi aynı zamanda kendi güvenliÄŸi demektir. Bu minvalde bir taraftan Batı’ya petrol akışı kesintisiz devam ederken, petro-dolarların da bölgenin istikrarsız liderlerinin elinde ölümcül hale gelmeden Batı pazarlarına yeniden geri dönüşümü saÄŸlanmaktaydı. Petrol zengini OrtadoÄŸu ülkeleri silahlanmada ABD’nin kontrolünün dışına çıkmayacak ve böylece muhtemel rejim deÄŸiÅŸikliÄŸinde güçlü bir OrtadoÄŸu devleti ne Batı çıkarlarını ne de Ä°srail’in güvenliÄŸini tehdit edebilecekti. Bu sebeple petrol dolarlarının yeniden Batı pazarlarına aktarılması ve silahlanmanın ABD üzerinden yapılması stratejik bir hamleydi. Bu çerçevede Ä°srail tüm şımarıklığıyla nükleer silahlara sahip olurken, Ä°ran, enerji üretmek iddiasıyla kurmaya çalıştığı nükleer enerji teknolojisi nedeniyle Batı tarafından ambargoyla cezalandırıldı.
Din temelli tehdit
Ä°ktidar garantisi saÄŸladığı rejimler üzerinden Komünist Rusya’nın OrtadoÄŸu’ya inmesini sınırlandıran ABD, 1979 Ä°ran Devrimi sonrasında bölgede din temelli yeni bir tehditle karşı karşıya gelir. Bir yandan Rus yayılmacılığıyla birleÅŸmesinden endiÅŸe ettiÄŸi Humeyni Ä°ran’ını sınırlandırma politikası geliÅŸtirirken bir yandan da Ä°srail’in güvenliÄŸini garantiye alacak bölgesel ortaklıklar kurma iÅŸine giriÅŸir. Bu minvalde Mısır’da Ä°srail’in güvenliÄŸini saÄŸlamlaÅŸtıracak Hüsnü Mübarek iktidarı desteklenirken Türkiye gibi yarı demokratikleÅŸmiÅŸ ülkelerde ise Batı yanlısı askeri rejimlerin iktidara gelmesini saÄŸlamıştır. Bölge halkının taleplerinin aksine desteklenen aile rejimleri, Arap Baharı’nda bölgesel ayaklanmaya dönüşmüş ve Arap sokakları bu sürecin de sembolik itiraz noktasını oluÅŸturmuÅŸtur.
Demokrasi ‘erken gelen lüks’
SoÄŸuk SavaÅŸ’ın sona ermesiyle birlikte küresel liderlikte rakipsiz kalan ABD, güvenlik eksenli dış iliÅŸkilerini bir nebze yumuÅŸatacak ve OrtadoÄŸu’da Batı kontrolünde demokratik geliÅŸmelerin önünü açmaya dönük bir dizi siyaset deÄŸiÅŸikliÄŸine gidecektir. Her ne kadar enerji akışının devamı ve Ä°srail’in güvenliÄŸi konusunda hiçbir politika deÄŸiÅŸikliÄŸi olmasa da ABD, bölgede kalıcı istikrarın oluÅŸturulması ve gelir dağılımında göreceli adaletin saÄŸlanması adına despotik rejimleri bazı demokratik açılımlar yapmaya zorlayacaktır. Sivil toplum kuruluÅŸlarının faaliyetlerinin çoÄŸaltılması ve muhalif siyasi partilerin kurulmasının serbest bırakılması bu altı çizilen ‘yumuÅŸak güvenlik’ politikasının bir sonucu olarak görülmüştür. Ancak ABD, liberal güvenlikçi yaklaşımının kötü bir siyaset denemesi olduÄŸunu Cezayir’de Ä°slami Selamet Partisi’nin ve Türkiye’de Refah Partisi’nin iktidara gelmesiyle yakinen tecrübe etmiÅŸtir. Bu durum ABD’yi 1990’larda demokrasinin OrtadoÄŸu’ya henüz erken gelen bir lüks olduÄŸunu düşünmeye itmiÅŸtir. Bölge ülkelerinin ekonomik sistemlerinin iflas etme durumuna gelmesi ve iktidardaki askeri vesayetlerin tüm yozlaÅŸmışlığına raÄŸmen anti-demokratik yönetimlerin devam ettirilmesi bölgenin istikrarı ve ABD’nin bölgesel çıkarları adına vazgeçilmez bulunmuÅŸtur. ABD, bu cari güvenlik siyaseti açığını, yumuÅŸak güç unsurlarının devreye sokulması üzerinden sürdürülebilir kılmaya çalışmıştır. Böylece bölgeye kültür ihracında artışa giden ABD, OrtadoÄŸu toplumlarının hayranlığını sempati ve Hollywood kahramanları üzerinden garantiye alacağını hesap etmiÅŸtir. Ancak bu durum, yeraltı kaynağı olarak zengin fakat gelir dağılımı ve hayat standartları açısından gittikçe fakirleÅŸen OrtadoÄŸu insanlarının Batı aleyhine politize olmasını engelleyememiÅŸtir. Bu hoÅŸnutsuzluk, 11 Eylül’de ABD’nin sembolik merkezlerinin bir terör saldırısına muhatap olmasına kadar gitmiÅŸtir. Bölgesel itiraz ve siyasal meydan okuma, Arap Baharı’yla toplumsallaÅŸmış, Batı destekli iktidarların teker teker yıkılmasına kadar varmıştır. Ä°lk yumuÅŸak iktidar deÄŸiÅŸikliÄŸi 2002’de Türkiye’de Ak Parti’nin iktidara gelmesiyle olurken daha sert bir bahar, sırasıyla Tunus’tan baÅŸlayarak Suriye’ye kadar uzanan geniÅŸ bir coÄŸrafyayı içine almıştır.
Ontolojik bir meydan okuma
CoÄŸrafyasının dokunulmazlığı üzerinden güvenlik konforu yaÅŸayan ABD’nin bu konforu, 11 Eylül terör saldırısıyla yerle bir olacaktır. Ãœlkede tehlikeli boyutlara varan yeni-muhafazakârlığın da tetiklemesiyle birlikte, OrtadoÄŸu politikası sadece milli güvenliÄŸi ilgilendiren bir mesele olmaktan çıkıp Batı medeniyeti için ontolojik bir meydan okuma olarak anlaşılmaya baÅŸlanacaktır. Medeniyetler çatışmasının yeniden ziyaret edildiÄŸi 11 Eylül sonrası yeni-dünya-düzensizliÄŸi paradigması OrtadoÄŸu için de yeni bir sayfanın baÅŸlamasını ifade eder. Bu çerçevede ABD, OrtadoÄŸu için ‘preemptive’ (yakın tehlikeye dayalı saldırı) müdahaleci siyasetten ‘preventive’ (muhtemel saldırıya karşı korunmak için saldırı) güvenlik yaklaşımını benimsemeye baÅŸlamıştır. Bu deÄŸiÅŸen güvenlik siyaseti ABD için küreselleÅŸen terörle mücadele adına potansiyel tehlikeli gördüğü rejimleri BirleÅŸmiÅŸ Milletler’in rızası olmadan da deÄŸiÅŸtirebilme imkânı yaratmıştır. Bu çerçevede ABD Irak’a müdahale etmiÅŸ ve hem Irak petrollerinin güvenliÄŸini saÄŸlama almak istemiÅŸ hem de Ä°srail için tehlikeli bir diktatörden kurtulmuÅŸtur.
ABD’nin George Bush’la belirginleÅŸen mafya-vari çıkar merkezli OrtadoÄŸu politikası 2008 sonrasında Barak Obama yönetiminin iÅŸbaşına gelmesiyle ‘anlamsız belirsizlik’ siyasetine dönüşmüştür. Bir yandan Kahire çıkarmasıyla Obama, OrtadoÄŸu için demokratik unsurların kalıcılaÅŸması adına Arap Baharı’yla toplumsal bir talebe dönüşen, ‘bölgenin kendi kaderinin kendisinin belirlemesi’ne destek verirken diÄŸer yandan meÅŸru yollarla seçilmiÅŸ Mısır’ın ilk cumhurbaÅŸkanı olan Mursi’nin darbeyle devrilmesine göz yummuÅŸ ve birkez daha demokrasi aleyhine jeopolitik çıkarları öncelemiÅŸtir. Yine kısa dönemlik çıkarlarını, uzun dönem barış ve istikrarına tercih etmiÅŸtir. Suriye iç savaşında da benzer bir siyaset izleyen ABD, Esed rejiminin devamını Ä°srail’in güvenliÄŸi için sürdürülebilir bulmuÅŸ ve Kuzey Koridoru üzerinden de Irak petrolünün bu koridordan geçerek Akdeniz’e aktarılmasında Türkiye’yi bypass planını gündeme almıştır.
Devam mı değişim mi?
ABD’nin SoÄŸuk SavaÅŸ döneminde adapte ettiÄŸi güvenlik merkezli dış politika yaklaşımı ve reel çıkarların öncelendiÄŸi OrtadoÄŸu politikası, tüm netamelisiyle bugün de devam etmektedir. Zaman zaman taktiksel deÄŸiÅŸikliÄŸe uÄŸrasa da ABD, halen otoriter rejimler üzerinden stratejik ortaklıklar kurma temelinde bölgeyle iliÅŸkilerini sürdürmektedir. Hatta daha önce pek de örneÄŸine rastlanmayan bir durum olarak ABD, Suriye krizinin Esed’li çözümü noktasında Rusya ile aynı fikirdedir. Mezhepsel dağılımın, sınırların çiziminde belirgin olduÄŸu bir teo-jeopolitik düzeni Suriye üzerinde projelendirme noktasında Ä°ran ve Rusya gibi ülkelerle aynı safta yer alması, anlaşılası bir durum oluÅŸturmaktadır. Ä°fade edilegelen prensiplerin göz ardı edildiÄŸi bir siyaset yaklaşımı ve istikrarsız OrtadoÄŸu üzerine yapılan tekinsiz yatırımlar, ABD’nin OrtadoÄŸu politikasında bir arşın mesafe almadığı anlamında okunabilir. Bunun yanında bölgede istikrar ve güvenliÄŸin lüks olmaktan çıkartılması gerektiÄŸi ve tam tersine bu deÄŸerlerin tüm insanlığın sahip olması gereken bir hak olduÄŸunu vurgulayan Türkiye gibi ülkelerin terörle terbiye edilmeye çalışılması da ayrıca anlam verilemeyen yaklaşımlar olarak karşımıza çıkmaktadır. ABD, Condolezza Rice’ın da itiraf ettiÄŸi gibi altmış yıldır demokratikleÅŸme adına kovaladığı istikrarı bir türlü baÅŸaramadığı gibi demokratikleÅŸmeyi de saÄŸlayamamıştır. Gelinen nokta ‘elde var sıfır’ iÅŸlemli bir OrtadoÄŸu siyaseti olmuÅŸtur. Bu minvalde sorulması gereken soru ÅŸudur: ABD, OrtadoÄŸu’nun deÄŸiÅŸen siyasi coÄŸrafyasını görmezden gelerek SoÄŸuk SavaÅŸ’tan tevarüs çıkar ve çatışma merkezli deÄŸiÅŸmeyen siyasetini mi dayatmaya devam edecektir?
Henüz yorum yapılmamış.